KRİZLER, KORKULAR ve İNSAN

Hemen sınırları kapattılar. Sınırları; değil gün farkı, saatlik gecikmeyle kapatan devletlerin geç kaldığı söylendi. “Okulları tatil etmekte acele edilmeliydi”, “havaalanlarını halen kapatmakta tereddüt edenler kaybedecekler” söylemleri hemen herkesin önceliği oldu. Devletler, çok önemli bir argüman olarak gördükleri “milliyetçilik” temelli politikalara sarıldılar ve içe kapanma yolunu seçtiler.

Tüm dünyayı etkisine alan sağlık sorunu; yönetim krizine girmiş totaliter rejimlerin yöneticilerinin bilgisizliğini, ilgisizliğini, bencilliğini, yeteneksizliğini, donanımsızlıklarını gözler önüne serdi.

Covit-19 ya da korona virüsü nedeniyle yaşadığımız pandemi sürecini, insanı merkeze alan bir bakış açısıyla değerlendirmek daha doğru olur. Konu; insan hayatı, yani yaşam hakkıdır. Bu nedenle, sürece ilişkin her tür değerlendirme insan öncelikli olmalıdır. Devletlerin dili, devlet adına konuşan yöneticileridir. Yöneticilerin; yönetimdeki başarısızlıklarını örtbas etmek için başvurdukları iletişim dilinin merkezine ekonomi, güvenlik, gıda temini, gündemde olduğu ve herkesi tehdit ettiği için ısrarla sağlık vurgusu ve bu alanda yaptıkları çalışmalardan söz açmaları yerleşti. İktidar sahiplerinin, her şeyin kontrolleri altında olduğunu sürekli söylemeleri, can derdine düşen insan için yorucu olmaya başladı.

Bu süreçte; sokağa çıkma yasakları, sokağa çıkmanın tehlikeleri olarak anlatılanlar, hepimizin belleğinde kalıcı izler bıraktı. “Kendinizi korumaya alın”, “sosyal mesafeyi koruyun”, “maskesiz sokağa çıkmayın”, …..gibi talimatlarla, can derdine düşmemiz gerektiğini adeta hepimize ezberlettiler. İşin daha garibi, “sakın hastalanmayın, hastalanırsanız bakamayız” der gibi bir durumun egemen olmaya başladığını görür gibiyiz.

Yoğun bir sağlık sorunu yaşadığımızın farkındayız. Dünyanın farklı coğrafyalarında yaşananlar, işin ciddiyetini anlatmaya yetecek kadar veri sunmaktadır. Can derdine düşen insanı ve davranışlarını dikkatlice değerlendirmek ve gözden geçirmekte yarar var. Örneğin; insana özgü korkuları ele alalım. Korkularımız; bu süreçte bize yol gösterdi. Bazen bir savunma mekanizması işlevi gördü ve sağlığımızı koruma konusunda bizi kılavuzladı. Bazen olay, olgu ve durumlara daha akılcı bakabilmemizde belirleyici oldu, bazen de istenmeyen davranışları, anlayışla karşılama tepkilerimizin gelişmesine katkı sağladı. Korkuların, insanları birbirine yaklaştırdığını yaşadıklarımızdan öğrendik.Korkularımız; utanılacak bir durum değil, insani bir tepki olduğu gerçeğinden hareketle değerlendirilmeli, alçakgönüllülük esasına dayalı dayanışma duygusunu harekete geçirecek veriler olarak ele alınmalıdır.

Bu türden olaylar nedeniyle yaşanan/yaşanacak korkuları, acıları bir daha yaşamamanın yolunu bulmalıyız. Bu yolu; dayanışma duygusunu ön plana çıkaran insani ağların kurulmasıyla, örgütlü yapılarla bulabiliriz.

Böylesine büyük tehlikelere karşı yapılması gerekenler konusunda; siyasi iradeye yön verecek, siyasi iradeyi zorlayacak tepkilerimizi harekete geçirmenin nasıl olacağına kafa yoracağız. Yormalıyız da. Bu tür olayları durdurmanın ya da en az hasarla atlatmanın yolunun, siyasi iradenin kararlığıyla mümkün olduğunu yaşadık. Siyasi iradeyi, yani karar mercilerini; tehlike kapıya dayandığında el yordamıyla çare bulmaya çalışan örgüt olmaktan öte, olası kriz durumlarına karşı hazırlıklar yapmış bir karar mekanizmasına dönüştürecek şekilde baskı unsuru olacak insani ağları örgütlemek durumundayız.

Pandemi krizinin daha çok, zayıfları ve çaresizleri vurduğunu bir kez daha yaşadık. İnsana ait temel ihtiyaçların (açlık, yoksulluk, sağlık sorunu, beslenme, barınma, güvenlik.. gib) ortaya çıkaracağı korkular, en çok bu kesimlerde yaşanmaya başladı. Totaliter rejimler, bu durumdan nemalanma yolunu seçtiler. Siyasetlerini, krizden daha da bir güçlenerek çıkmanın aracı gibi kurgulamaya ve devlet olanaklarını bu kurgu doğrultusunda kullanmaya başladılar. Korkularımızı, bu amaçlarla kullanmak isteyen totaliter siyasete geçit vermemek bizim elimizde. Gerekli tepkiler örgütlü bir şekilde verilmezse, tehlike büyüyecektir. Korkularımız, totaliter yapıların kalıcılığını hızlandıracaktır. Totaliter yapılar, süreklilik kazanacaktır.

Virüse karşı alınan önlemler, insan sağlığının korunması açısından gerekli. Bu önlemlerden olan “sosyal izolasyonun”, hayatımızı önemli ölçüde yavaşlattığı da bir gerçek. İktidarlar; bu yavaşlıktan yararlanmanın ve bunu fırsata çevirmenin derdinde. Buradan yeni kontrol mekanizmaları yaratmaya çalışmaktalar. Özellikle; düzenli geliri olmayan, iş kaygısı yüksek yoksul kesimlerin temel ihtiyaçlarının karşılanmasının tek elden yürütüleceğinin sürekli söylenmesi, devlet olanaklarının “tekel” gibi kullanılmasına yönelik buyurgan tavırlar bunun önemli işaretleri. Örneğin; ülkemizde bugüne kadar uygulanan popülist ekonomik politikalar sonucu hazine olanakları çok daraldığı için, belli sayıda aileye propaganda amaçlı yıllık 1.000.TL karşılıksız yardım yapılması gibi…

Bu süreçte dijital teknolojiler; hemen herkesin en önemli bilgi kaynağı, hayatımızın ayrılmaz bir parçası oldu. Tüm eğitim kurumlarının eğitim etkinliklerinin yürütüldüğü bir mecra, sağlık konusunda ilk başvuru kaynağı, temel ihtiyaçların karşılanmasında alış-veriş merkezi gibi işlevsellik üstlendi. İnsanoğlu dijital bilgi bombardımanının etkisinde kaldı. Bu bombardıman; bilgi kirliliğini, görüntü kirliliğini beraberinde getirdi. Bilginin hızla tüketildiğini de bu süreçte yaşamaya başladık.

Zaman ve mekân olguları arasındaki ilişki karmakarışık oldu.

Hayallerimizle, duygularımızla, anlık tepkilerimizle, bildiklerimiz diye adlandırdığımız birikimlerimizle insanız.

HAYALLERİMİZ EKSİLMESİN...

Ali Ekber PEKŞEN